26 Şubat 2013 Salı

Ay Işığı Kadar Masum Bir Bebek: Ayza


Zeyneb Hanım’la doğumundan yaklaşık bir hafta önce, her zamanki gibi, telefonda tanıştık. Sesi cıvıl cıvıldı, doğuma çok az kalmasına rağmen neşesi yerindeydi, enerjisi telefondan bana kadar geliyordu. Ne yalan söyleyeyim; böyle annelerle çalışmaya bayılıyorum :)
Doğumu sezaryen olacaktı. O yüzden ertesi hafta randevulaştığımız saatte buluştuk. Gözlerime inanamadım çünkü Zeyneb Hanım, hiç de hamile gibi görünmüyordu. O kadar güzel ve zarifti ki… Karnı da hiç şişmemişti… Eşi Cihan Bey, daha doğrusu bütün aile çok neşeli ve sıcak insanlardı.

Odalarına yerleştikten sonra Zeyneb Hanım’a serum bağlandı, ameliyat kıyafetleri giydirildi ve epidural için birlikte ameliyathaneye indik. Cihan Bey de bizimle birlikte doğumda olacaktı. Bir süre bekledikten sonra doğum başladı. Ancak bu bekleme sırasında da anne ve baba şakalaşıyor, kıkır kıkır gülüşüyorlardı. Sanırım ben onlardan daha stresli ve gergindim J

Sorunsuz ve kolay bir doğum oldu. Dakikalar sonra Ayza Bebek anne ve babasının kollarındaydı. İlk bebekti. Anne ve babayla ilk tanışma anı, dünyanın belki de en özel anıydı. Defalarca bu anlara tanıklık etmiş olmama rağmen her defasında aynı hisleri yaşıyordum ben de… 9 aydır hasretle bekledikleri minik kızları artık kollarındaydı. Anne de, baba da gözyaşlarını tutamıyordu.

Zeyneb Hanım, ameliyathanede bir süre daha kaldı, biz de Ayza bebekle odaya doğru yol aldık. Cihan Bey’in artık minik kızı vardı, gözü başka hiç birşey görmüyordu J Anneanne ve babaanne de merakla minik torunlarını bekliyordu. Bir süre sonra Zeyneb Hanım da katıldı bu mutlu tabloya. Gülmek, bu aileye de çok yakışıyordu...

 
 
 
Ayza’nın ve güzel annesinin, yüzünden gülücüklerin eksik olmaması dileğiyle…

6 Şubat 2013 Çarşamba

Sonsuz Aşk


Bütün kadınlar, hepimiz, mutlaka günün birinde aşık oluruz. Belki de birden fazla kez aşık oluruz. Hayat, insana neler getirir hiçbir zaman kestirilmez aslında…  Sonra o kestiremediğimiz hayat, bize bambaşka bir aşk yaşatır. Diğer aşklardan çok farklıdır bu; bambaşkadır, tarifsizdir, sonsuzdur; evlat aşkı.
Onları, birlikte ilk gördüğümde bunlar geçti aklımdan. Küçük bir adam ve annesi. Küçük bir adam ve aşkı. Bir kadın ve küçük oğlu. Bir kadın ve küçük aşkı. Atlas, henüz 1,5 yaşında minik bir adam. Sapsarı saçları, iri gözleri, oradan oraya koşturan minicik ayaklarıyla annesinin peşinden bir an bile ayrılmıyor. Annesi, onun ilk aşkı, herşeyi…


Fotoğraf makinemi gözüme yaklaştırıp sihirli vizörümden baktığımda, Sevcan’ın onu ilk kucağına alışından o güne kadar geçen süreyi de sanki hızlı bir film şeridi gibi tekrar izledim. Ve 1,5 yılda gelişip büyüyen, ömürlerinin sonuna kadar ana-oğulun yüreklerinde hissedecekleri o sonsuz aşka tanık oldum. “Anne” demeye çalışırken ağzından dökülen yarım yanlış sözcükler, annesinin her adımı takip eden, onu örnek alan, küçücük yüreğiyle, küçücük elleriyle sevgisini göstermeye çalışan bir evlat… Sözcükler olmasa da sadece seslerden bile oğlunun ne demek istediğini anlayan, ona bakarken gözleri ışıl ışıl, kalbi ise küt küt atan bir anne…
Ne kadar güzel ve özel diye geçirdim aklımdan onları izlerken… Ve sanırım, bir kadının ömür boyu kaybetmeyeceği, yüreğinde saklayacağı tek aşk bu… Sonsuz aşk…