26 Mart 2013 Salı

Şefkat...


Biliyordu. Küçücüktü ama biliyordu. Hayattaki deneyimleri sadece bir yıla dayanıyordu ama biliyordu. Babasının onu asla yere düşürmeyeceğini, onun kollarındayken güvende olduğunu biliyordu.
Maya’nın doğumundan yaklaşık bir yıl sonra ziyaret etmiştim onları. Benim minik mucizem artık kocaman olmuş,  etrafa gülücükler saçıyor, ürkerek de olsa ilk adımlarını atmaya hazırlanıyordu. O zaman tanık oldum babayla kızı arasındaki aşka. Ve o zaman tanık oldum; bir babanın kızına olan şefkatine. Mahmut Bey, artık bir babaydı; hayat bir daha onun için asla eskisi gibi olmayacaktı. Çünkü bir kez anne-baba olursanız hayat sizin için bir daha asla eskisi gibi olmazdı. Aniden dünya, size tehlikelerle dolu bir yer gibi görünmeye başlardı; her kenar, her köşe, her taş, her araba, her hayvan, her insan. Tek amacınız, bu minik varlığı dünyadaki bütün tehlikelerden korumak olur ve bu bile sizi, yenilmez bir savaşçı haline dönüştürmeye yeter.

Mahmut Bey de bütün gücüyle, bütün varlığıyla kızını artık her şeyden korumak için yaşayacak, onun ilk adımlarına, ilk sözcüklerine tanık olacak, zamanla büyüdüğünü görecek ve zamanı geldiğinde de minik meleğinin ondan uzaklara gittiğine tanık olacaktı.
Daha minicik olmasına rağmen Maya da sanki bunları biliyor gibiydi. O yüzden babasına sonsuz ve asla sarsılmayacak bir inançla güveniyor, babasının onu asla tehlikeye atmayacağını çok iyi biliyordu. Her zaman, hiç düşünmeden sığınabileceği güçlü, şefkatli kollardaydı artık. Büyüyüp kendi ayakları üzerinde durmaya başlasa bile babasının gözünde hep o minik haliyle kalacaktı; çiçekli elbisesi, kırmızı saç bandı, çıplak ayakları ve masum melek yüzü.

O yüzden biliyordu. Küçücüktü ama biliyordu. Ve babasına kendince dünyanın en özel hediyesini veriyordu: güven dolu bakışlar ve kocaman gülücükler…

  

8 Mart 2013 Cuma

“Baba, bu benim kardeşim mi?!”


Ailenin ikinci bebeğiydi Kıvanç Deniz.

Sezaryenle dünyaya gelecekti. Sabah, kararlaştırılan saatte Yusuf Bey ve Aylin Hanım ile buluştuk. Aylin Hanım ve Yusuf Bey’de ikinci çocuk olmasının rahatlığı vardı. Daha önce de aynı süreçten bir kez geçmişlerdi ve neler olup biteceğini biliyorlardı. Artık deneyimliydiler J

Hazırlıklar yavaş yavaş devam ediyordu. Doğum zamanı yaklaştıkça Aylin Hanım’ın gözlerindeki heyecan da artmaya başlamıştı. Korkuyla karışık ışıl ışıldı gözleri… Ameliyathanedeki bekleyiş biraz uzun sürmüştü; epiduralden genel anesteziye dönülmüştü. Az sonra Kıvanç Deniz aramızda olacaktı.

Kısa bir zaman diliminden sonra işte Kıvanç’ın çığlıkları duyulmuştu. “Ben geldim annee” diye sesini duyurmaya çalışıyordu. Ama yolda biraz yorulmuştu minik Kıvanç. Bu yüzden biraz oksijen alması gerekiyordu. O bakım odasına giderken, anneyi de son hazırlıklar için ameliyathanede bırakmıştım.

Odaya çıktığımda bütün aile orada, heyecanla bekliyordu. Ne kadar güzel ve kalabalık bir aile diye düşündüm. Halası, teyzesi, amcası, yengesi, anneanne ve babaannesi de oradaydı. Ve tabi ki ablası, minik İrem. Sanırım, en çok o heyecanla bekliyordu; hem annesini hem de minik kardeşini.

 
 
 
Birkaç saat sonra minik İrem hem annesine hem de kardeşine kavuşmuştu. Önce biraz çekingendi, gözlerine inanamıyordu sanki. Ama sonra sanki aylardır tanışıyorlarmış gibi kardeşine kol kanat germişti. O kadar şanslıydı ki Kıvanç… Elden ele dolaşıyordu; kimse onu bırakmak istemiyordu. O kadar güzel bir ailesi vardı ki… Aylin Hanım, yorgundu ama gururla bakıyordu oğluna. Elbette Yusuf Bey de öyle… Bir kızını kucaklıyordu, bir oğlunu… Tabi ki eşini de…

 
 
 
 
 
 
 
Onlardan ayrılırken geride geniş ve güzel bir aile tablosu bırakmanın rahatlığı vardı içimde…