Bütün kadınlar, hepimiz, mutlaka günün birinde aşık oluruz.
Belki de birden fazla kez aşık oluruz. Hayat, insana neler getirir hiçbir zaman
kestirilmez aslında… Sonra o
kestiremediğimiz hayat, bize bambaşka bir aşk yaşatır. Diğer aşklardan çok
farklıdır bu; bambaşkadır, tarifsizdir, sonsuzdur; evlat aşkı.
Onları, birlikte ilk gördüğümde bunlar geçti aklımdan. Küçük
bir adam ve annesi. Küçük bir adam ve aşkı. Bir kadın ve küçük oğlu. Bir kadın
ve küçük aşkı. Atlas, henüz 1,5 yaşında minik bir adam. Sapsarı saçları, iri
gözleri, oradan oraya koşturan minicik ayaklarıyla annesinin peşinden bir an
bile ayrılmıyor. Annesi, onun ilk aşkı, herşeyi…
Fotoğraf makinemi gözüme yaklaştırıp sihirli vizörümden baktığımda,
Sevcan’ın onu ilk kucağına alışından o güne kadar geçen süreyi de sanki hızlı
bir film şeridi gibi tekrar izledim. Ve 1,5 yılda gelişip büyüyen, ömürlerinin
sonuna kadar ana-oğulun yüreklerinde hissedecekleri o sonsuz aşka tanık oldum. “Anne”
demeye çalışırken ağzından dökülen yarım yanlış sözcükler, annesinin her adımı
takip eden, onu örnek alan, küçücük yüreğiyle, küçücük elleriyle sevgisini
göstermeye çalışan bir evlat… Sözcükler olmasa da sadece seslerden bile oğlunun
ne demek istediğini anlayan, ona bakarken gözleri ışıl ışıl, kalbi ise küt küt
atan bir anne…
Ne kadar güzel ve özel diye geçirdim aklımdan onları
izlerken… Ve sanırım, bir kadının ömür boyu kaybetmeyeceği, yüreğinde
saklayacağı tek aşk bu… Sonsuz aşk…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder